Neresi ‘tonton cumhurbaşkanı’ ayol?

Seçilirse tonton bir cumhurbaşkanı olacağı’nı söyleyenler varmış
Seçilirse tonton bir cumhurbaşkanı olacağı’nı söyleyenler varmış. Eşi hakkında böyle şeker latifeler yapılması da, ‘first lady’ namzetimiz Füsun Hanım’ın pek hoşuna gidiyormuş… Şu halde kendilerini, ‘Tonton’ lakaplı ilk cumhurbaşkanımız merhum Özal la kıyasladıklanna hiç şüphe kalmadı. Hem Ekmeleddin Bey de rahmetliden ‘Turgut abi’ diye bahsedecek samimiyette ‘senli benli’ konuştuğuna göre, ciddi yakın gördükleri ve onu siyaseten ‘rol model’ aldıkları aşikâr. ? Tontonluğun yanı sıra, ilk sivil ve dindar cumhurbaşkanı unvanlan da Özal’a aittir. Seçilirse, bu unvanları da devralabilir Ekmeleddin Bey. Ancak şortla asker selamlamak, Okluk Koyunda yazlamak, iskeleden dalıp bir mil ötedeki İngiliz Limanı’ndan çıkmak gibi kimi icaplannı yerine getirmekte zorlanabilir. Her halükârda ufak çaplı bir hazırlığa ihtiyaç duyacaktır. Ben şahsen, hızlandınlmış bir Marmaris turu için mihmandarlığına talibim. İçmeler’den başlar, birkaç kilometrelik süper manzaralı sahil bandını yürüyerek öbür uçtaki Grand Yazıcı dan çıkanz. Marmaris’in cümle güzelliklerine açılan kapıdır bu, besmelesidir tabiri caizse… Şehir merkezine şöyle bir uğradıktan sonra, ver elini Çamlık girişindeki Çınar Restoran, 20 dakika çekmez yol ama damak lezzeti 20 saate değer. Seferiyse kahvaltıya, niyetliyse iftar sofrasına oturacak gibi ayarlanz… Karacasöğüt köyü, oradan bir solukluk mesafede. İskelesinden yola koyulduk mu tekneyle 10 dakikaya yandaki Okluk’tayız. Sığla ağacı altında püfür püfür şekerlemeye bile vaktimiz var, ki rahmetlinin sünnetindendi siesta… Dönüş yolunu Sedir Adası’na düşürmeden olmaz. Ve Gökova Körfezi’ne doğru uzanıp çift sıra dizilmiş o devasa Okaliptüs ağaçlarının arasından geçmeden… Azmak başında kısa bir serinleme molasıyla tamamlanz evvel Allah turumuzu. Tabiat büyüleyici büyüleyici olmasına ve fakat, bununla bitmiyor. Özal, Çankaya’yı ense yapılacak söğüt gölgeliği gibi görmezdi. Yürürken siyaset yapardı, yerken siyaset, yüzerken siyaset…Meşhur İkinci Değişim Programı’nı cumhurbaşkanıyken açıklamıştı. Ekonomiden dış politikaya, devleti komple yeniden yapılandırmaktan Kürt meselesini müzakereyle çözmeye kadar kapsamlı bir reform paketi üzerinde çalışıyordu. İkinci Cumhuriyetçilik, yeni Osmanlıcılık filan, hep onun başının altından çıkma fikirler… Gelin görün ki o pakette Özal’m savunduğu ne değişim varsa hemen hepsine karşı bugün Ekmeleddin Bey. ¦ Özal başkanlık sisteminden yanaydı, Ekmeleddin Bey karşı. Özal özelleştirmelerden, devleti küçültmekten ve bilumum liberal politikalardan yanaydı; Ekmeleddin Bey’i aday gösteren CHP ile MHP’ye ters. S Özal proaktif, müdahaleci, girişken, icabı halinde askeri riskler de alan, Osmanlı’nın varislerine yakışır ‘büyük Türkiye’ idealini kovalayan bir dış politikadan yanaydı… İçeride ‘çatıcılar’ı. dışarıda Suudi’lerle Amerikalıları fena bozacağı için Ekmeleddin Bey’e bu da uymuyor. Ne kaldı geriye? Boy pos da

bayan eskort
tutmadığına göre ne cihetle tonton bir cumhurbaşkanı olacak, hangi yönüyle ‘siyaseten ve şahsen yakınlık duyduğu’ Özal’a benzeyecek? Galiba Özal ı ve bu ‘tonton cumhurbaşkanı’ olma meselesini büsbütün yanlış anlamış Ekmeleddin Bey ile ailesi… Durup durup aynı şeyi söylüyor. “Devletin tepesine siyasi özel gündemle çıkılmaz. Siyasetin yeri partiler, siyasetin yeri Meclis’tir” diyor. Ben de gözlemlerim nispetinde emre amadeyim gerçi, ancak kanaatimce bir Mehmet Barlas. bir Ertuğrul Özkök, bir Cengiz Çandar. bir Fehmi Koru dan alacağı hızlandınlmış kurs çok daha yardımcı olacaktır kendisine. Aramızdan ayrılmasa Birand’ın tanıklığı da ilaç gibi giderdi ya… Sözüm baki, Marmaris turu hâlâ benden. Ama Özal ve tontonluklan konusunda eğitimden geçmeleri şart.

Anayasa Mahkemesi’nde iki yasakçı üye!

Başörtü yasağı ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin devrim niteliğindeki kararı, gündem yoğunluğu arasında kaynadı gitti.
Başörtü yasağı ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin devrim niteliğindeki kararı, gündem yoğunluğu arasında kaynadı gitti.
Oysa, Anayasa Mahkemesi, 1989 ve 1991 kararlarından sonra..
Refah ve Fazilet partilerinin kapatılma gerekçelerinde, başörtü yasağının kaldırılmasına yönelik propagandaların da gerekçeler arasında sayılmasından sonra.
Tam bir u dönüşü yaptı..
Yüzlerce Yargıtay kararında atıf yapılan başörtü yasağı kararını değiştirdi..
Başörtünün, laiklik aleyhtarı bir giysi olduğu şeklindeki 1989 ve 1991 kararlarını çöpe attı..
Hem de, üniversite öğrencileri için değil..
Bir adım daha ilerisi için..
Avukatlık kimlik belgelerine yapıştırılacak resimler için..
Böylece, üniversite öğrencileri için başörtü yasağını kaldıran YÖK kararı da, Anayasa Mahkemesi’nden onay almış oldu.

Ancak, başörtü yasağı ile ilgili karara, iki üye muhalefet etti.
Bunu da not edelim..
Yasakçıları tanıyalım..
Yasağın kalkmasının verdiği rahatlık içinde, kendimizi koyvermeyelim..
Kim o iki yasakçı?
Öncelikle ikisinin de, Ahmet Necdet Sezer tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine atandığını belirteyim..
Yani iki yasakçı, bize Necdet Sezer’den yadigar..
Hukukçu dediğin de böyle olur işte.
Adam, Anayasa Mahkemesi’nde yıllarca hakimlik, hatta başkanlık yaptı.
Kamuoyunda takdim edilirken, büyük bir hukukçu olarak ismi okunuyor…
Ama 17 kişilik Anayasa Mahkemesi üyeleri arasında, iki kişi yasaktan yana oy kullanıyor..
O iki üyeyi atayan da, o büyük hukukçu dediğimiz Sezer’in belirlediği isimler..
Üstelik onlardan birisi, Sezer’in uzatmaları oynadığı aylarda atadığı bir isim.
Bana sorarsanız, Anayasa Mahkemesi üyeliği bile tartışmalı.
Çünkü Sezer’in görev süresi Mayıs 2007’de dolmuştu.
Görev süresi dolduğu ve yeni cumhurbaşkanı da seçilemediği, seçtirilmediği için, TBMM Başkanı’nın Cumhurbaşkanlığı’na vekalet etmesi gerekiyordu.
Sezer bu uygulamaya imkan vermedi..
Koltuktan inmedi.
Normal Cumhurbaşkanı imiş gibi atamaları da yaptı.
O iki üyeden birisi de, işte o ara dönem ürünü!

Yasakçıların isimlerini de verelim..
Birisi Osman Paksüt..
CHP’nin eski milletvekillerinden birisini oğlu..
Diğeri de, Zehra Ayla Perktaş (uzatma döneminde atanan üye).
Demek ki ne imiş?
Başörtü yasağının kalktığı gerçeği karşısında, öyle rehavete kapılıp da, “Ne var ki bunda. Gayet doğal bir uygulama. Yasakçılık esas, akla ziyan bir durum” demeyin.
Bugün dahi.. Türkiye’nin en yüksek mahkemelerinden birisinde.. 17 üyeden ikisi, o yasağı savunabiliyor..
Ve bunlara rağmen, o yasak kaldırılıyor..
Bu iki ismin destekçilerinin de, kimler olduğunu hatırlatmaya gerek yok ama..
Kimler destekçiler?
CHP ve o kafanın adamları..

CHP eski milletvekili Emin Paksüt’ün oğlu Osman Paksüt, biraz utanarak, biraz çekingen ifadelerle başörtü yasağının kaldırılmasına itiraz ediyor.
Esas itiraz ise, kendisi de bir hanım olan Zehra Ayla Perktaş’tan geliyor.
Başörtü yasağını, eveleyip gevelemeden, 1989 ve 1991 tarihli Anayasa Mahkemesi kararlarına atıf yaparak, yasakçılığı net olarak savunuyor:
“Başvurucunun kamusal nitelikte bir görevi yürütmekte olduğu gözetildiğinde, Anayasa Mahkemesinin 7.3.1989 günlü E.1989-1 K.1989-12 sayılı, 9.4.1991 günlü E.1990-36 K.1991-8 sayılı, 5.6.2008 günlü E.2008-16 K.2008-116 sayılı kararlarında belirtildiği üzere kamu düzeni bakımından Anayasa’nın 24. maddesinde belirtilen din ve vicdan hürriyeti ve 10. maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesine göre bir hak ihlali bulunmadığı düşüncesiyle aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.”
Bu bayan hakimin, Hacıbektaş kültürüne de yakın birisi olduğunu söyleyerek, herkesi samimiyete davet edelim..
Hacıbektaş’ın ismini kullanıyorsunuz ama..
Kendinize yönelik haklar, talepler söz konusu olduğunda, Hacıbektaş’ı öne çıkarıyorsunuz ama..
Sizden farklı düşünen insanlar söz konusu olduğunda da, Hacıbektaş’ın ne dediğine hiç bakmıyorsunuz.
Kendi grubunuzdaki insanların/hakimlerin/bürokratların yaptıkları yanlışlara hiç sesinizi çıkartmıyorsunuz..
Samimi iseniz, buyrun önce siz karşı çıkın, Ayla Perktaş’ın, başörtü yasağını savunan o muhalefet oyuna..

Alın bu adamı buradan!

‘Ismarlama Cumhurbaşkanı’ dönemini atlattık sanıyorduk.
Ismarlama siyasi oluşumların döneminin geçtiğini düşünüyorduk.
‘Proje isimler’in artık ‘Türkiye’de toplumda bir karşılığı yok’ diyorduk.
Türkiye’nin iç politikasını dizayn etmeye dönük on yıllara dayanan ‘geleneksel müdahale’lerin sonunun geldiğine inanıyorduk.
Türkiye olağanüstü bir mesafe katetti. Refah düzeyi şaşırtıcı derecede yükseldi. Bölgesel ve küresel etkisi kimsenin öngöremediği bir hal aldı. 21. yüzyılın ortalarında dünyanın en istikrarlı ve enerjik ülkelerinden biri haline geleceğine dair ortak bir kanaat var artık.
Siyasi gücü çok yükseldi. Dışarıdan dayatılan değil, içeriden desteklenen bir siyasi istikrar ülkesi oldu. Bunlara bağlı olarak da kendi yolunu çizmeye başladı. Güçlü siyasi figürlerin, güçlü siyasi projelerin, güçlü toplumsal desteğin öne çıktığı bir siyasi karakter ülkesi oldu.
Ama Türkiye bunu başardıkça, daha geniş amaçlara yöneldikçe, kendisine inancı ve güveni arttıkça etrafındaki çember daralmaya başladı. Uzandığı her coğrafyada karşısına cepheler inşa edilir oldu. Son iki yüz yıldır coğrafyayı yönetenler, bu arada Türkiye’yi de de istedikleri gibi yönlendirenler, gerekirse iç çatışmalarla diz çöktürenler her yerde karşısına dikildi.
COŞKULU KİTLELER VE PROJE ADAMLAR
İki ana akım, iki ana direnç var Türkiye’de. Bu iki direnç arasında da müthiş bir hesaplaşma var. Yerli olan, öz olan, geçmişin gücünü hisseden, geleceğe özgüvenle bakan, kendisi ve çevresini ayağa kaldırmaya çalışan, Anadolu insanının dilini konuşup ruhunu okşayan, yüzyıllık çaresizliği bir daha asla yaşamak istemeyen bir ayağa kalkış var.
Bunun karşısında ise, statükonun devamını isteyen, proje adamlarla, proje siyasi söylem ve oluşumlarla, proje bir Türkiye için mücadele edenler var.
O ‘geleneksel müttefiklerimiz, dostlarımız’ işte o projenin mimarları ve bu eğilimin arkasındaki güç de onlar. Yani Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi ile bağımlılığı öne çıkaran çevreler arasındaki hesaplaşma onlara karşı verilen milli mücadelenin tarihidir aynı zamanda.
Eskiden merkez-çevre mücadelesi vardı. ‘Devlet iktidarı’nı denetim altında tutan oligarşik yapı, bu iktidardan pay isteyen herkesin üzerine hışımla gider, o çevreyi sindirirdi. Darbelerin ve iç çatışmaların kökeninde hep bir ‘devlet iktidarını çevreden koruma’ refleksi vardır.
Şimdi, çevrenin de coşkulu katılımıyla müthiş bir tarih sıçraması yapılıyor. İşte buradaki kavga, Baasçı zihniyeti tekrar güçlendirmek, Türkiye’yi sınırlamak, bölgesel ve küresel denklemin içine yeni bir aktör olarak girmesinin önüne geçmek. Yine her zaman söylediğim gibi, bu tezgahların arkasında sadece ve sadece ‘Türkiye’nin dostları’ var.
Gezi olaylarının da 17 Aralık darbe senaryolarının da arkasında bu niyet var. Şimdi aynı kavgayı Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden izliyoruz, izleyeceğiz. Daha ne resimler, ne görüntüler, ne fikirler ve projeler çıkacak ortaya!
SENİ KİM KEŞFETTİ, KİMLER SİPARİŞ ETTİ?
Düne kadar adını bile bilmedikleri, getirildiği her kurumda başarısızlık yaşayan, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri iken bu dev teşkilatın zaten az olan itibarını yerle bir eden, Suudilerin bile ‘alın bu adamı artık buradan’ diye yalvardığı bir kişiyi keşfedip Cumhurbaşkanı adayı yaptıran iradeyi sorgulamadan bu büyük mücadeleyi anlamak mümkün değil.
Proje adam kim, Türkiye’ye dayatılan yeni proje ne, ısmarlama Cumhurbaşkanı adayını kim tayin etti? Muhalefet partilerine bu ismi bir anda kim, nasıl kabul ettirdi?
Seçimlerle paralel biçimde ya da seçimden sonra nasıl bir siyasi oluşum yaşanacak? Türkiye’ye Cumhurbaşkanı adayı ısmarlayanlar, seçim sonrası yeni siyasi oluşumu da planlamışlar mıdır?
Bence evet…
Hatta ittifaklar bile kurulmuştur. CHP-MHP siyasi kimliklerini kaybederken, bu kazanın içinde irili ufaklı daha bir çok siyasi çevreyi katıp karıştırdılar. Seçim sonrası için yepyeni bir siyasi cephe oluşturacaklar…
Tabi proje bu. Yani hesapları böyle. Ne kadar gerçekleşir, ne kadar başarılı olur? Ismarlama Cumhurbaşkanı adayı kadar başarılı olur ancak.

AK Parti dışında ya da Tayyip Erdoğan ve onun çizgisinde olanların dışındaki herkesi tek renge boyuyorlar. Tek bir cephe inşa ediyorlar.
Bence bu cephe Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başarı sağlayamayacak. Asıl ondan sonra kendisine ne rol verilmişse onu yapacak.
Yani Türk siyasi hayatı için yeni proje Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra devreye girecek.

“Başbakanlık için ibre o isme döndü”

30 Mart yerel seçimlerindeki başarılı çalışmalarıyla dikkat çeken Optimar Araştırma ve Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Hilmi Daşdemir, katıldığı bir televizyon programında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Siyasal İletişim Uzmanı Hilmi Daşdemir, Abdullah Gül’ün Başbakan olacağını iddia ederken, “Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu, Ali babacan gibi isimler telaffuz edilse de Başbakanlık için ibrenin yeniden Abdullah Gül’e döndüğünü görebiliyoruz. AK Parti içindeki hamleleri okuduğumuzda, Mehmet Ali Şahin’le yapılacak geçiş sürecinin ardından, partinin başına Abdullah Gül’ün geçeceğini görebiliyoruz” diye konuştu. Bazı çevrelerin ısrarla öne sürdüğü Erdoğan’dan sonra AK Parti dağılır yorumlarıyla ilgili de görüşlerini açıklayan Daşdemir, “AK Parti’nin akıbeti asla ANAP gibi olmaz! Değişkenler, bileşenler, parametreler çok farklı. Ayrıca, Erdoğan geçişteki ANAP’ın ve rahmetli Özal’ın yaptığı hataları analiz ederek ve dersler çıkararak, bu konuda tedbirlerini almıştır.‘Erdoğan’dan sonra AK Parti dağılır’ söylemlerinin maksatlı olarak kamuoyunun gündemine getirildiğini düşünüyorum” dedi.
PARALEL YAPI İLE ASIL MÜCADELE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNDEN SONRA

CHP ve MHP’nin çatı aday olarak gösterdiği Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çatı aday olarak doğru bir tercih olduğuna inanmadığını belirten Daşdemir, “CHP’nin kendisi bile şu aşamada İhsanoğlu’nu özümsemiş gibi durmuyor ve parti içerisinde çatlak sesler halen devam ediyor. İhsanoğlu’nun CHP’nin değil MHP’nin adayı olduğunu ve bunu çeşitli yollarla CHP’ye kabul ettirdiğine inanıyorum” dedi. Hilmi Daşdemir, Gezi olayları ve 17 Aralık tartışmalarının asıl sebebinin cumhurbaşkanlığı seçimleri olduğunu söylerken, “İlk kez halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanı, güçlü bir cumhurbaşkanı olacak demektir. 17 Aralık ve Gezi ayaklanmasının asıl sebebi cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. Cumhurbaşkanını meclisin seçtiği dönemlerde de perde arkasında büyük tartışmalar, büyük pazarlıklar olur, Türkiye büyük oyunlara sahne olurdu. Bu süreçte Başbakan Erdoğan, kendi tabiriyle de olduğu gibi, en büyük ihaneti paralel yapıdan gördü. Paralel yapıyla gerçek mücadelenin recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçildikten sonra olacağını düşünüyorum” diye konuştu.

İşte Erdoğan’ın YSK’ya bildirdiği mal beyanı

YSK’ya gelen Başbakan Erdoğan’ın avukatları Ali Özkaya ve Burhanettin Sevencan ile serbest muhasebeci ve mali müşavir Ramazan Kocaboy, mal bildirim formunu teslim etti.
Özkaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Anayasamız ve 6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu çerçevesinde Sayın Başbakanımıza ait mal bildirim formunu YSK Başkanlığımıza teslim ettik. Vatanımıza milletimize hayırlı olsun” dedi.
Başbakanlık resmi sitesinde Başbakan Erdoğan’ın mal beyanı şöyle:

A – TAŞINMAZ MAL BİLGİLERİ
Güneysu-Dumankaya Köyü 2.000 metrekare arsa (Maliyeti 10 bin TL)
B – BANKA VE MENKUL DEĞERLER
Banka hesaplarında toplam 3.390.384 TL, 25.000 £, 199.867 $
C- ALACAKLAR
500.000 T

Çok küfür yiyorum

AK Parti vekiliyken hemen hiçbir konuda siyasi yorumda bulunmayan Hakan Şükür, Cemaat’ten gelen talimatla partisinden ayrıldıktan sonra birden siyasi konulara merak saldı. Hakan Şükür’ün bu hareketi Twitter’da tepkiyle karşılanırken, Şükür de gelen tepkilere isyan etti.
O KADAR KÜFÜR GELİYOR Kİ..

Yine Twitter üzerinden tepkisini dile getiren Şükür “O kadar küfür geliyor ki, bunlar müslümanım diyor. Neyse suçluluk psikolojisi kolay değil” diyerek AK Partilileri eleştirdi.

Yeni Türkiye’nin inşası…

Erdoğan’ın konuşmasında belki de en çarpıcı cümle:
“Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte, vesayet düzenleri de sona erecek, kara bir devir kapanmış olacaktır…”

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini, Erdoğan ve Partisi başından beri, istediği gibi yönetiyor… İktidar kanadı öncelikle muhalefetin ne yapacağını veya neyi yapamayacağını net bir şekilde görmek istedi. Bunun için, muhalefet cenahının adayının kesinleşmesini sabırla bekledi ve ondan sonra da, beklenen adımı görkemli bir şekilde attı. Bütün dünyanın dikkatini çekmeyi başaran Salı günkü töreni gördükten sonra, acaba CHP ve MHP tabanı neler düşünmüştür… Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin, bir ayaküstü sohbet sırasında kamuoyuna duyurdukları Çatı Aday; Ekemeleddin İhsanoğlu’nun, Erdoğan’a karşı bir varlık gösterebilmesi için, en azından doğru dürüst bir tanıtım ve takdim toplantısı yapılamaz mıydı?! Bu noktada CHP ve MHP Yönetiminin nasıl bir değerlendirme yaptığı (ya da yapmadığı) önemli. Zira gerçek anlamda bir siyasi sonuç bekliyor olsalardı, en azından benzer şekilde güçlü bir başlangıç yapma gereği duyarlardı. Fakat görünen o ki, her iki parti idarecileri de, sonucu şimdiden kabullenmişler!
Kabullenmekle birlikte, yine de bir şeyler yapıyor görünmek icap eder tabii… Galiba yapılan bu. Erdoğan’ın adaylığının ilanından hemen sonra, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Grupta yaptığı konuşmayı dinleyince, bu husustaki kanaatim iyice kesinleşti. Zira 30 Mart seçimleri öncesinde, yüzlerce kez tekrarladığı ithamları bir kere daha seslendirmekten öte hiçbir şey yapamamanın acizliğini sergiledi. Oysa 30 Mart sonuçlarından doğru bir ders çıkarmış olsaydı, en azından bir söylem değişikliğine giderdi… Evet, Tayyip Erdoğan, sadece adaylığını açıklamakla en az 2-0 önde başlamış bulunuyor. Hem törenin ihtişamı hem de burada yaptığı konuşmanın muhtevası ve verilen mesajların gücü… Muhalefet kanadı siyaseten istediği kadar toz kaldırmaya çalışsın, bu yarışın neticesi çok önceden belliydi. Şimdi daha da pekişmiş oldu. Ve çok büyük ihtimalle ikinci tura gerek kalmadan,10 Ağustos’ta seçim süreci tamamlanmış olur. En doğrusu artık 10 Ağustos sonrasını konuşmak…

Sizi kim topladı oraya!

2007’de Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi sürecini hatırlıyor musunuz?
Müthiş bir kampanya vardı. Öfke ile nefret ile Türkiye ve Avrupa/Amerika’da bütün muhalefet cephesi harekete geçmiş ‘Çankaya’ya İslamcı Cumhurbaşkanı çıkacak’ söylemi üzerinden ortalığı kasıp kavuruyordu.
AK Parti’ye destek veren entelektüel çevre bile mesele Cumhurbaşkanı olunca ‘durun orada, asla olmaz’ diyordu. On yıllardır Türkiye’yi dizayn eden o odaklar servis yapıyor, servisi kapan Türkiye’de fırtınalar koparıyordu. İttihatçı gelenek ile neocon Amerika ve muhafazakar/aşırı sağ Avrupa ‘Türkiye kontrolden çıkıyor’ endişesini ‘Türkiye elden gidiyor’ söylemi ile pazarlıyor, Çankaya’ya çıkacak bir kişinin eşinin başörtülü olması cumhuriyet rejiminin sonu olarak sunuyordu.

ABD basınında yayınlanan çirkin yazıları hatırlıyorum. Türkiye’ye müdahale çağrıları bile vardı. Taksim’de bombaların patlamasından iç çatışmaya, darbelere kadar her şey telaffuz ediliyordu. ‘Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimi’ diyorlardı. O dönemlerde ABD medyasında bir anda ortaya çıkan isimler Türkiye’de meşhur oluyordu. Bugün bir tanesi bile hatırlanmıyor.

Bu oyun oyun değil

Başbakan Erdoğan’ın başından sonuna dini muhtevası son derece vurgulu olan ve tabii toplumun her kesimini kucaklamayı önceleyen konuşmasında, belki de açık biçimde en net dışlayıcılığı“Paralel yapı”ya karşı göstermesi ilginçtir. O sözler şöyledir:
“Paralel devlet yapılanmasına asla müsamaha göstermeyeceğiz. Ülkemizin bağımsızlığını hedef alan bu maşa örgütle en üst düzeyde mücadele etmeye devam edecek ve bu mücadeleden zerre kadar taviz vermeyeceğiz. Bu kirli yapıyı hukuk içinde tamamıyla ve hızlıca tasfiye edeceğiz.”
Bu ifadeler, bütün dünyanın dindarlığında ittifak edeceği bir kişinin dilinden, yüzde 50 artı 1 hesabıyla bir tek oyun önem taşıdığı bir Çankaya sınavı başlangıcında, başındaki zatın “Hoca”olarak kabul edildiği yine “dini bir topluluk” için söylendiğini düşünürsek, gerçekten ortada çok şaşırtıcı bir durum olduğu sonucuna varırız. Belli ki, herkesin durduğu yerden, diğerinin dindarlığını sildiği ve başka kategorileştirmeleri devreye soktuğu bir durum söz konusudur.
Camia, Tayyip Erdoğan’ı dinlerken, Çankaya için Türkiye’nin en favori adayının, sözlerini “Allah’a sığınarak başlayıp bitirdiğini” ve bunun, şayet kendisi, böyle bir misyonun içinde ise hayati önem taşıdığını düşünmüş müdür? Ve birilerinin içinden “Yahu biz ne yapıyoruz, ne ne için yabancılaştık?” sorgulaması geçmiş midir?
Düşünüyorum da, acaba Tayyip Erdoğan’ı yaralayan şey nedir ki, Çankaya gibi zor bir yolculuğa çıkarken dahi, iktidar süresinin önemli bir bölümünde “Ne istedilerse verdiği bir topluluk” ile böylesine bir kopuşun altını çizme noktasına gelmiştir?

Camiaya bakıyorum, mağduriyet dilini seslendiriyorlar. “28 şubattan daha kötü” söylemi epey bir zamandır gündemde. İdris Naim Şahin gibi tiplerin, Tayyip Erdoğan’la hangi sebepledir bilinmez, hesaplaşmasını kendileri için savaş malzemesine dönüştürmeye çalışıyorlar.
“28 Şubat’tan daha kötü”söylemi ile, Erdoğan ile dindarların arasının açılabileceğini, diğer dini hizmet gruplarının da ortak cepheye alınabileceğini düşünüyor olmalılar. Ama, bu konuşlanmanın, diğer dini hizmet gruplarında bir karşılığı oluşmuyor ve Erdoğan, zemin kaybına uğramıyor. Çünkü hiç kimse, Erdoğan’ın, dini hizmet gruplarına yönelik bir operasyonun içine girebileceğine ihtimal vermiyor. Bu defa Camia, diğer hizmet yapılarını, “Zulme destek olmak”la suçlayıp, kendisini biraz daha tecrid ediyor.

Bu işte bir tuhaflık yok mu?

Cemaat, Câmia, Hizmet… Şimdilerde hangi isimle anılmayı arzu ediyorlarsa o çevre ile ilgili yazı yazmakta zorlanıyorum.
Oysa ülkemizde kendisinden en fazla söz ettiren kesim o.
Başbakan ve Ak Parti cenahında o çevreyle ilgili neler hissedildiğini az çok biliyorum da, Câmia’nın süregiden ihtilâfta şu günlerde ne düşündüğünü merak ediyor, öğrenmek için de nâşir-i efkârı bilinen gazetelere göz atmadan edemiyorum.
Dün tuhaf bir durumla karşılaştım; tuhaflığı ilginize sunmak istiyorum…
Önce Cumhuriyet gazetesinde karşıma çıkan habere göz atalım: Haber Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın (GYV) iftarıyla ilgili. Gelenekselleşmiş iftarda ‘Vakfın onursal başkanı’ sıfatıyla Fethullah Gülen’in mesajı bu defa da okunmuş… Mesajda en dikkat çekici bölüm bir dizi temenni…

‘’Gelin, şu ışıktan günlerin ufkumuzu sarmasını iyi bir vesile sayarak bütün günahlarımızdan tevbe edelim ve bir arınma süreci başlatalım’’diye başlıyor temenniler ve şöyle devam ediyor:
‘’Geçmişi kötü yanları ile kendi tarihselliğine gömüp dünkü kavgaları şimdilerde yeniden kavga vesilesi yapmayalım. (..) Kırıp parçalayıp, sağa sola saçtığımız kendi parçalarımızı bir araya getirerek, bunları bir daha kopup dağılmayacak şekilde birbirine bağlama yollarını araştıralım.’’
Son dönemde yaşanan ve kendisini derinden üzdüğü anlaşılan atışmalarda kullanılan dil ve üsluptan şekva ediyor Fethullah Gülen, ama umudunu da paylaşıyor.
Okuyalım: ‘’Gürül gürül konuşmak icap eden anlarda bile sadece yutkunmakla iktifa edişim bozulan köprülerin bütün bütün yıkılmasının önünün alınabileceğine ve yeniden mürüvvet ufkuna ulaşılabileceğine olan inancımdır. (..) Bir zamanlar çokça gördüğümüz o nazlı nazlı bir araya gelişlerin ve o yürekten birbirini selâmlayışların canlanıp devam edeceğine inanıyorum. Yeniden her yörede o heyecanlı muhabbet nağmelerinin ve birbirinin meziyetini mırıldanan dillerin duyulacağını; o mütekabil hürmet ve muhabbet teâtîlerinin artarak içtimaî atmosferi bütünüyle saracağını ümit ediyorum.”
Yerim daha geniş olsaydı da, bana ‘barışma’ yönünde bir yol arayışı gibi gelen mesajın bütününü sizlere aktarabilseydim.
Mesajı ‘barışma’ amaçlı gören yalnız ben değilim, bu satırları aktardığım gazete (Cumhuriyet) de, haberine, ‘Gülen’den Erdoğan’a mesaj: Barışalım’ başlığını uygun görmüş…
Hayretimi çeken, Câmia’nın nâşir-i efkârı olan gazetenin (Zaman) iftarla ilgili haberi… Gazete mesajdan benim uzun uzadıya alıntıladığım ‘barışma’ arzusu yansıtan satırları almamış haberine…
Oysa hep mesajların bütününü yayımlardı gazete…

Adana Escort Bayanlar adana bayan escort

adana escort kızlar, adana eskort bayanlar telefon numaraları sitesi

Adananın Bir Numarali bayan escort sitesi . adana escort - escort adana - Sizlere Güvenli Bir Ortam Sağlıyor Fetiş, Dul, Dolgun, Uygun, Kondomsuz, Cimcif, Esc Bayan, Orospu Numaraları, Grup, Whatsapp, Bayan Partner, Matüre, Bayan, Sınırsız, Yabancı, Rus, Anal, Oral, Seksi, Kapalı, Balıketli, Öğrenci, Türbanlı, Yeni, Saatlik, Gecelik, Seanslı, Gerçek, Genç, Masöz, Elit, Sarışın, Esmer, Kumral, Numaraları, Numarası, Nosu, Telefonu, Teli, Twitter, Facebook, Çıtır, Olgun, Otele Gelen, Eve Gelen, Ucuz, Sert, Şişman, Hard, Zayıf, Orospu, Esc, Grup, Swinger, Evi Olan, Lezbiyen, Travesti, Sakso Çeken, Gay, İnstagram, Swarm, Telekız, Gerçek Resimli, Köle, Kızıl Saçlı, Manken, Ofise Gelen, Arabada, Özbek, Kızlar, Azeri, Alman, Ukraynalı, Suriyeli, Kürt, Sahibe, Zenci, Merkez, Adresi, Sitesi, Fiyatı, Orsp, Esgort, Telegram, Tiktok, Vip, Bayan, Bulma, Kapalı, Masaj, Masaj Yapan, Eskort, Trv, Sex, Seks, Tufanbeyli, Yumurtalık, Yüreğir, Pozantı, Saimbeyli, Sarıçam, Seyhan, İmamoğlu, Karaisalı, Karataş, Kozan, Aladağ, Ceyhan, Çukurova, Feke gemlik escort gölbaşı escort görükle escort güngören escort güzelbahçe escort inegöl escort iskenderun escort kadıköy escort kağıthane escort karabağlar escort